Makaleler

Published on Temmuz 2nd, 2024

0

Kanunsuzluğun Hükmü: Kanun Hükmü Belgeselinin demokratik alanla buluşması


Kanun Hükmü adlı belgesel, Türkiye’de yaşadığı kâbus dolu macera sonrası Avrupa’da gösterime girdi.

Yorum: Özgür Gelecek

Almanya Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK), filmin Avrupa’nın dokuz şehrinde izleyiciyle buluşmasına ön ayak oldu. Böylece yasaklı bir belgeselin yasakları delerek sanatsal emeğin sahiplenişine tanıklık ettik.

İktidar, cemaat, halk ve devrimci yaklaşım tarzı

Demokratik ve sol cepheden bu sahiplenme neden önemliydi? Bu soruya verilecek cevap şudur; Sosyal ve toplumsal yaşamın mevcut iktidar tarafından ayrıştırılmasına karşı demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin ortak paydaları açısından sahiplenilmesi önemlidir.

Bu belgesel filmin sahiplenişinin temel taşlarından biri, çekimlerin başlamasından yasaklandığı sürece kadar yaşadıklarında saklıdır. Aslında “demokrasi” kavramından uzak birçok otoriter ve tek kişi rejimlerinde, yasaklama kültürü açık bir ideolojik yaklaşıma tekabül eder. Kanun Hükmü de içerik ve tema olarak tek kişi diktatörlerinin adalet ve hukuktan yoksun bir şekilde aldıkları karar ve çıkardıkları kararnamelerle milyonlarca kişinin mağduriyetini birkaç örnek ile ifade etmektedir.

İktidar tarafından yaratılan suni gündemler, hayali senaryolar ve bunun üzerinden “terör, FETÖ” gibi kavramların topluma kabullendirilmesi ve tüm toplumsal sorunları, bu kavramlar üzerinden baskılamasının etkisini Kanun Hükmü belgeseli sürecinde de görüyoruz. Çekimlerin başlaması süreci aslında 15 Temmuz “darbe girişimi” tiyatrosunun hemen ertesinde yaşanan hukuksuzluğu sinemaya taşıması sonun başlangıcına davetiye çıkarmak demekti.

Nitekim çekimler sürecinde kameraların polis tarafından sürekli kapatılması, defalarca gözaltı yaşanması, dahası “terörle mücadele” ekiplerince yapılan sorgular bunun en açık kanıtıdır. Belgesel filmin emekçilerinin, bu çekimleri yılmadan devam ettirip bitirmeleri ayrı bir taktiri hak etmiştir.

Her alanda olduğu gibi hukuksal alanda da mücadelesini sürdüren belgesel filim çalışanları Anayasa Mahkemesine baş vurarak burada ‘ifade özgürlüğü ihlali’ ile yeni bir başarı kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayan iktidarın demokratik mücadele karşısındaki acizliğini ortaya koyması açısından önemli bir örnektir. İşte bu örneğin yansıması 2023’te 60 yıllık Uluslararası Antalya Altın Portakal Filim Festivalinde dışa vurmuştur. Anayasa Mahkemesinin açık lehine verdiği karara rağmen belgeselin içeriğine yönelik gerçek dışı açıklamalar ile festivalden çıkarılması kanunsuzluktur.

Verilen mücadele, jüri üyelerinin topluca istifası festivale katılan senaristlerin ve kamuoyu desteğinin artmasının ardından Festival filimi geri aldığını   duyurmak zorunda kaldı. Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere Adalet Bakanı, İç İşleri Bakanı, Gençlik ve Spor Bakanı gibi Bakanlıkların açıklama ve baskısı üzerine Antalya Altın Portakal Filim Festivali kapandığını duyurdu. Erdoğan’ın meclis açılışı konuşmasında hedef haline getirdiği belgesel ve yönetmenini ‘terörist’ gösteren konuşmasının ardından tüm olanaklar kapanmış oldu.

Ve ardından Turizm ve Kültür Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü kanun Hükmü gösterimini bütün mecralarda yasakladığını duyurdu. Böylece bir belgesel filmin kronolojisi tamamlanmış oldu.

Oysa belgesel filmi haksız ve hukuksuz bir şekilde bir gece yarısı kararnamesi ile işten atılan yüz elli bin insan içinde bir öğretmen ve doktorun yaşadıklarını anlatıyordu. Toplumsal ve sosyal bir yaklaşım ile ele alınmış bir belgesel.

20 Temmuz 2016’ tarihinde başlayarak Üçer aylık ve 7 defa uzatılan Olağanüstü Hal uygulaması iki yılı aldı. Bu süre zarfında altı doldurulamayan milliyetçi söylem ve topluma kabul ettirilen hayali tehlikeler ile avutulan yıllar oldu. Neredeyse kazanılmış tüm demokratik haklar bu söylemlerin derin etkileri üzerinden yok edildi. Sözde “demokrat muhalefet” bu basıncın korkusu altında yaşanılanlara boyun eğdi.

Genel yaşanan sorunun sol ve demokratik çevrede bilinmesine rağmen esas itibari ile yeterince kavranmadığını göre biliyoruz. Bu anlamıyla demokratik cephede de Kanun Hükmü ile mağdur duruma düşürülmüş on binlerce insanın yapılan o karşı ‘FETÖ’ veya cemaat propaganda algısının silikleşmiş izlerini taşımakta. Bu izlerin etkisi ile oluşmuş olan ön yargı   belgesel filime bakış açısını ve filimin vermek istediği mesajın algılama açısını daraltıyor. Meselenin esas özü olan demokrasi anlayışının ortadan kaldırılması, kazanılmış demokratik hakların yok edilmesi, tek kişi diktatörlüğüne biat edilmesini ön görmektedir.

Varsayalım ki KHK ile mağdur duruma düşürülmüş kesimlerin tamamının bu Cemaat ağının içinde yer almış olmaları onların böyle bir hukuksuzluk ile karşılaşmasına sessiz kalmamızı getirebilir mi? Dünün hukuksuzluğu içinde yer alanların en azından sessiz kalanların bugün bizim eşitlik adalet, hukuk ve demokrasi haykırışlarımıza ihtiyaç duymalarına kayıtsız kalabilir miyiz?

Yanlış ve gerici ideolojik yaklaşımlara karşı mücadele etmek elbette ki görevimizdir.

Ancak klikler arası çatışmada halk sınıf ve tabakaları içinde yer alan kesimlerin bizimle bütünleşecek olan eşitlik, demokrasi ve adalet anlayışının ısrarla savunulması yanlış değildir. Bu kavramlardan uzaklaştırılmış ya da bu kavramların önemini kavramamış milyonlarca insan bu devlet ve Cemaatlerin etkisi altında olduğunu biliyoruz. Bu anlamıyla onları da kapsayacak olan özgürlük, adalet ve hukuk kavramlarını onların gündemlerine de koyabilme olanaklarını yaratmak bir sorumluluktur. Yok saydıkları şeylerin yaşamdaki yeri ve önemine dokunmak ve onları bu gerçekle yüzleştirmek gereklidir.

Aksi durumda temizlendi veya kurtulduk dediğimiz bir Cemaatin yerini bir başka Cemaat ve tarikatla doldurduklarını biliyoruz.  Gülen Cemaati yerine Menzil tarikatı veya Süleymancıların doldurulması mevcut durumu çok somut şekilde ifade etmektedir.

Tüm bu Tarikat ve Cemaatler devlet tarafından bilinçli bir şekilde palazlanarak toplumun o bas ettiğimiz insanca yaşam ve değer yargılarından uzak kalmasını sağlamaktadır.

Belgesel Filimin Algılanış Şekli,

Sonuç olarak, bir belgesel filimin sadece bir görsel ile algılanmaması gerekiyor. Onun siyasal ve toplumsal mesajı önemlidir.

Bu bağlamda sosyal ve toplumsal mesajlar belgesel içinde verilmiştir. Tüm zorluklara karşın bir öğretmenin yaratıcı eylem şekilleri tüm izleyenlerin ilk dikkatini çeken olgu olmuştur.

Keza halkı ile bütünleşen kadın doktorun toplum tarafından sahiplenilmesi gerçeği ortaya çıkıyor. Yine bunun paralelinde devlet korkusu ve yaratılan algı ile kişi ve toplumun nasıl birbirinden koparıldığını görüyoruz. Daha kısa bir döneme kadar evine gelip gidenlerin yaratılan korku algısı ile nasıl ortadan sıvıştığını yalın bir dil ile anlatabilmiştir film. Görsel boyutuna gelirsek Belgesel filim tüm zor koşullar ve kısıtlı imkanlara rağmen profesyonelce yapılmıştır.

Kurgu ve anlatımı oldukça yalın. Belgesel Filimin uzun oluşu ve yer yer aynı eksende dolaşır olması izleyiciyi yoruyor. Filime muhalif olarak algılanan mağdur kişilerinde röportaj şeklinde dahil edilmiş olsalardı filime daha zenginlik katabilirdi. Belgesel gösterimlerinin ardından en fazla ilgi hiç şüphesiz ki yönetmenin izleyici karşısına çıkmasıydı. Yönetmenin filim hakkında görüşleri, anlattıkları ve diyaloğu en az gösterim kadar etkili olmuştur. Sorular ve karşılıklı konuşma imkanı biraz daha yaratılmalıdır.

Özellikle sol ve demokrat çevreye belgesel gösteriminin içeriği yabancı gelmesine karşın gösterimlerin ardından yeni merakları ve tartışmaları açtığına şahit olduk. Bu anlamıyla altı alan olarak belirlenmesine karşın dokuz alana yayılması birazda bu propaganda ve gösterimlerin etkisi olduğunu belirtelim.

Yeni emeklere, üretimlere, toplumsal üretkenliklere destek olmak ve onlar türlü iktidar baskısına rağmen kitlelere taşımak gelecekte yaratmak istediğimiz yasaksız ve özgürlükçü bir toplum ideamız açısından değerliydi. Bu değerli üretkenlikleri toplumun değişim ve ortaklaşacağımız paydalarda buluşturması inancımızla desteklerimiz her sürecektir.


Seçtiklerimiz: Özgür Gelecek – 01.07.2024

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑