Makaleler

Published on Haziran 27th, 2024

0

2 Temmuz 1993: Sivas katliamını unutmadık, unutmayacağız | Cihan Yıldız


Sıradan bir grev eylemini, basın açıklamasını bile şiddetle bastıran kolluk kuvvetlerinin, insanları yakmak gibi bir vahşeti saatlerce seyretmekle yetinmesi, en hafif ifadeyle katliama göz yumulduğunun en açık göstergesidir.

2 Temmuz 1993’te Sivas’ta bir katliam gerçekleştirildi. 2 Temmuz 2024, Sivas katliamının 31. yıldönümüdür. 31. yıldönümünde, Sivas katliamını lanetlemek için toplantı ve gösteriler yapılacak, kimileri de timsah gözyaşları döküp, göstermelik açıklamalarla Sivas katliamını kınayacaktır!

2 Temmuz 1993’te, devletin gözetimi altında Sivas’ta bir katliam yapıldı. Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri için Sivas’ta bulunan insanlardan 33’ü Madımak Oteli’nde yakıldı. Bu katliamın hazırlığı günler öncesinden planlandı. İnsanlar otelde yanarken, dinci faşistler otel önünde zafer çığlıkları attı. Madımak Oteli’nden dışarı çıkmak isteyenler bırakılmadı. İnsanlar otelde yanarken, dinci faşistler otel önünde zaferlerini kutladılar.

Madımak Oteli’ni kuşatanlar saatler boyu, “Kemalist devlet yıkılacak elbet”, “Vali gidecek şeriat gelecek”, “Cumhuriyet, Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak” diye bağırmalarına rağmen engellemeyle karşılaşmadılar. “Din elden gidiyor” haykırışları saldırganların kullandığı ana tema idi. Katliamcılar, kendilerinden olmayanları yakmakla dinin elden gitmediğini ispatlamaya çalışıyorlardı! Olayların başlaması ile birlikte, oteldeki insanlar Ankara ile telefon trafiği kurmuşlardı. Dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü ile de görüşmüşlerdi. O dönemde Sosyal-Demokrat Halkçı Parti (SHP) hükümetin iktidar ortağı, yani CHP’nin öncülü SHP idi. Erdal İnönü, kendisine telefon edenlere devletin güçlü olduğunu ve gerekenin yapılacağını söylemişti! Ama saatler ilerliyordu ve faşist devletin kolluk güçleri olayları seyrediyordu.

Sivas katliamının kimi tetikçileri yargı karşısına çıkarıldı. Kimi tetikçiler açıkça korundu. Göstermelik yapılan yargılamalarda katliamı organize edenler açığa çıkarılamadı. Katillerin avukatları ödüllendirilerek AKP’den milletvekili yapıldı. Sivas katliamının kimi katilleri ise hâlâ yurtdışında yaşıyor. Katliamın ardında yatan gerçek nedenler, gerçek failler meçhul kalmaya devam ediyor. Saadet Partisi’nin şimdiki Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, katliamın yapıldığı dönemde Sivas Belediye Başkanı idi. Önceden hazırlığı yapılan Sivas katliamının sorumlularından biri de Temel Karamollaoğlu’dur. Temel Karamollaoğlu, Sivas’ta bir katliamın olmadığını, istenmeyen hadiselerin olduğunu söylemeye devam ediyor! Temel Karamollaoğlu, Saadet Partisi’nin başkanı ve Millet İttifakı’nın ortağı idi. İşin hazin tarafı, kimileri AKP/MHP iktidarına kaybettirme adına Millet İttifakı’nın kuyruğuna takıldılar. Umut bağlanan kişiliklerden biri de Sivas katliamın sorumlularından biri olan Temel Karamollaoğlu idi.

Faşist T.C. devleti, bu katliamı aydınlatmak adına bugüne kadar sadece mağdurları “tahrikçi” olmakla suçladı ve olayı kimi şeriatçı örgütlerin üzerine atmakla yetindi! Bu tavır katliamın asıl sorumlularının üzerini örten, devletin sorumluluğunu göz ardı eden bir yaklaşımdır. Oysa Sivas katliamının, değişik boyutlardan irdelenmesi ve tüm bu farklı boyutların bütünlük içinde aydınlatılması gerekiyordu.

Aziz Nesin’in Sivas’ta ateist olduğunu söylemesi katliamcılar açısından bir “tahrik” unsuru olarak görüldü ve propagandası yapıldı. Katliamı yapanlar kendilerini “Müslüman”, eylemlerini de “İslamiyet gereği” olarak sundular. Bu katliamın ideolojik arka planını öncelikle İslam literatüründe aramak gerekiyor. Katliamı yapan, kışkırtan ve mazur gösterenler hep bir ağızdan, “Müslüman mahallesinde salyangoz satılamaz” diyorlar! Kendileri gibi düşünmeyen aykırı seslerin dile getirilemeyeceğini söylüyorlar! “Müslüman Mahallesi” denilen yer, 7. yüzyıl Arap kültürünce benimsenen şeriattır. Buna göre “Müslüman Mahallesinde” Müslüman olmayanın hiçbir hakkı yoktur. Dinsizlerin ise öldürülmesi zaten vaciptir! Katliamın geri plânında bu ideoloji vardır.

Onlar Tanrı’ya inanmamayı “en büyük suç” olarak adlandırmakta ve bunun gereğini de yapmaya çalışmaktadır! Onlara göre, inanmamanın karşılığı cehennemde yakılmadır! İnanmayanları ve kendileri gibi düşünmeyenleri yok etmek dinin gereğidir!

Kuşkusuz insanları yakabilecek kadar inanılmaz bir katliamın failleri ve onları teşvik eden bu zihniyetin sorgulanması gerekir. Fakat Sivas katliamının sadece bu yönünü görmek, gericiliğin ve faşizmin sadece bir yönünü görmek anlamına gelir. Soruna genel bakıldığında, Sivas katliamını devletin politikaları kapsamında da sorgulamak gerekiyor. Sivas katliamı bir devlet operasyonuydu. Türkiye’nin tam orta yerindeki bir şehirde binlerce kişinin, 8 saat süren bir eyleminin ve bu katliamın engellenmemiş olması nasıl açıklanabilir? İnsanları yakabilen bir vahşetin, günler öncesinden hazırlanması ve ona dur demeyen bir devlet aygıtı var ortada. Sıradan bir grev eylemini, basın açıklamasını bile şiddetle bastıran kolluk kuvvetlerinin, insanları yakmak gibi bir vahşeti saatlerce seyretmekle yetinmesi, en hafif ifadeyle katliama göz yumulduğunun en açık göstergesidir.

Dönemin cumhurbaşkanı Demirel’in, katliam sırasında, “devlet, halkla karşı karşıya getirilmemelidir” açıklaması, nasıl bir devlet politikası ile karşı karşıya olunduğunu gösterdi. Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in, “Devlet oradadır. Otelin etrafını saran vatandaşlara hiçbir zarar gelmemiştir. Onlardan ölen ve yaralanan yoktur” demeci, katliamcıları vatandaş, yananları ise ”düşman” gördüğünün açık bir kanıtıdır. Aynı şekilde dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral’ın, “Olayda örgüt yok, tahrik var” açıklaması ise, devletin olayların failleri ve ardındaki güçlere ilişkin soruşturmayı nasıl saptırdığını gösterir. Basının büyük bölümü ise, katliamı Aziz Nesin’e yükleyip, esas olarak olayı “tahrik” sonucu çıktığını açıklaması ibret vericidir. Bütün bu açıklama ve yaklaşımlar, devletin ideolojik aygıtlarının da katliama yol döşediği ve gerçeklerin üstünü örtmeye çalıştığını göstermektedir.

Sivas katliamı, egemenlerin, dinci faşistlerin meşru görmediği inanç, kimlik ve siyasal görüşlere ilişkin değişik zamanlarda uyguladıkları katliamların bir örneğidir. Sünni İslam mezhebini kabul etmeyen, asimilasyonu kabul etmeyenler her uygun fırsatta tasfiye edildiler. Hristiyan azınlıklar, Ermeniler, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül katliamı vb. bu politikanın somut göstergesidir. Sivas’ta uygulamaya sokulan tam da bu politikadır. Sivas’ta toplananların yaptığı tek şey türkülü, panelli, halaylı bir etkinlikle Pir Sultan’ın anıtını kendi memleketine dikmekti. Etkinliği düzenleyenlerin amacı, anayasada yazılı demokratik, hukuk ve laiklik iddiasını laftan gerçeğe dönüştürmekti. Üstelik her şey resmi izinle gerçekleştirilmekte idi. Etkinlik başta Aziz Nesin olmak üzere aydın ve sanatçıların katılımı ile gerçekleştiriliyordu. Durum buyken “devlet, halkla karşı karşıya getirilmemelidir” sözü, devletin katilleri halktan sayması, yananları ise halktan saymamasının göstergesidir. Bu ülkede devrimci, komünist, muhalif ve öteki olan herkesin bir “örgüt” kategorisi içerisine konulup yargılanması, hukuksuz cezalara çarptırılması, işkenceden geçirilmesi vb. devletin uyguladığı bir siyasettir. Devlete göre; Sivas’ta yaşanan vahşette sadece “tahrik” vardır. Katliamı yapanlar sadece “tahrik”e kapılmışlardır! Onun için bunların devlet ile karşı karşıya getirilmesi doğru değildir! Gerçekte ise, hazırlığı önceden yapılmış örgütlü faşistlerin, kolluk kuvvetlerinin yol vermesi ile bir katliam yapılmıştır.

Sivas katliamının özgülünde çıkarılması gereken esas ders, süreci bütünlük içerisinde değerlendirmektir. Bu katliamın siyasi sorumluluğu devlete, 1993’te hükümet ortağı olan CHP’nin öncülü SHP’ye aittir. Sorun sistem sorunudur. Aleviler sistemi sorgulamalıdır. Sistem partisi olan CHP’nin arka bahçesi olmaktan kurtulmaları gerekir. Sivas katliamı yapıldığında, CHP’nin öncülü olan SHP iktidar ortağıdır. Erdal İnönü, başbakan yardımcısıdır, koalisyon ortağı SHP’nin Genel Başkanı’dır. Madımak Oteli’nde Aziz Nesin’le telefonla görüşerek “en kısa zamanda takviye güç gönderileceğini, kimsenin kılına dahi zarar gelmeden kurtarılacağını” söyleyen Erdal İnönü’dür. Bugün Erdoğan’dan kurtulmak adına CHP’ye destek veren, bunu demokrasi mücadelesi sanan Aleviler var. Sünni İslam’ı devlet dini hâline getiren, Alevi köylerine cami yapan bu devletin kendisidir.

Bugün ülkelerimizde yapılması gereken Sunni İslam’ın devlet dini hâline getirilmesine karşı mücadeledir. Devletin gerçekten laik olması, tüm dinlere/mezheplere karşı eşit mesafede olması gerekir, hiçbir dine/mezhebe imtiyaz tanınmaması gerektiğini, dinin tümüyle kişilerin özel meselesi olarak kavranması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden; dinin toplumsal hayatta hâlâ çok büyük bir etkinliği vardır. Dini düşünceler temelinde savaşlar yürütülüyor, katliamlar yapılıyor. Sivas katliamı da kendi dinlerinden olmayanların katledilmesi vahşetidir.

Bütün dinler, gerçekte egemen sınıfların elinde ezilenleri sömürü düzenine bağlamak için kullandıkları bir araçtır. Dine, dinciliğin gelişmesine karşı mücadele gereklidir. Din ezilenler açısından her şeyi sermaye tarafından belirlenen “ruhsuz dünyanın ruhu”, bir avunma aracı ve onların çektikleri acıları çekilir hâle getiren “afyon” dur. Din ezilenlerin ihtiyaç duyduğu bir uyuşturucudur. Bu uyuşturucuyu yalnızca açık dinciler değil, tüm egemenler kullanıyor. Sivas katliamı, T.C. tarihinde yapılan katliamlardan sadece biridir. Bu gibi katliamların olmayacağı bir toplum için mücadele edilmelidir. Yeni bir dünyanın yaratılması ancak  işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci sınıf mücadelesina bağlıdır.

Sivas’ta yakılanlar unutulmadı, unutulmayacak!


Cihan Yıldız – 26.06.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑